Pazartesi, Mart 05, 2007

Politika Pazarının Müşterileri

Akşam'dan Deniz Ülke Arıboğan "Siyasetin Pazarı" başlıklı yazısında politika pazarının müşterilerini ve manzarayı anlatıyor. Hoşuma gitti. Biraz kısaltarak aktarıyorum.


"Siyasetin, pazar yerinde bağıra çağıra pazarlanan bir ürün haline gelmesi oldukça yeni olsa da, bu gelişmenin kısa sürede bütün sektörü etkilediği açık. Eline malını alan pazara koşuyor. En güçlü bağıran, en ucuza satan ve en ilgi çekici şovları sergileyenler satıştan kârla dönebiliyor. Şarkılarla, türkülerle, sloganlarla büyülü bir atmosfer yaratılıyor. Tezgahın görünen tarafı parlatılmış, cilalanmış mallarla süslü olduğundan, fileye alttan kötü malın doldurulduğunu kimse fark etmiyor. Çürükler, şekli bozuklar filenin dibinde saklanıyorlar. Müşteri eve dönüp de, malları tezgaha dökene kadar hükümlerini sürüyorlar. Ne de olsa pazarcının eli çabuk, tecrübesi de gani. Bir anlamda alemin kralı durumu yani!

Bu piyasada geçerli prensip, müşterinin talep edebileceği ürünü yaratmak ya da müşteriyi eldeki ürünü talep eder hale getirmek. İnsanların bir şekilde ikna edilmesi ve malın tezgahtan eve gitmesi gerekiyor. Ancak talebin şekillenmesinde malın dayanıklı, kaliteli ya da gerçekten işe yarar olması gibi konular önemli değil. Sadece kolay satın alınabilir, görünüşü güzel ve fiyatı ucuz olsun yeter. Bir de pazarcının sesi ile sloganı güzelse, işler yolunda gidiyor. Müşteri memnun (en azından eve kadar), pazarcı memnun, hayat güzel! yola devam ediliyor. Mal, alıcısını buluyor.

Lakin siyaset, ilk elden tüketilen ve sonrasında hiçbir yan etkisi olmayan bir ürün değil. Bir yandan kendi tüketilirken, diğer yandan da kendisinden üreyen kitleleri, tutumları, politikaları, ideolojileri piyasaya sürüyor. Yeni bir dil üretiliyor, yeni davranış kalıpları ortaya çıkıyor. Düşmanlar, öcüler, hainler tezgaha yerleştiriliyor. Bunların alıcısı ise her zaman hazır ve hevesli. Çünkü insanlar ülkelerini seviyor ve onu koruma güdüsüyle davranıyorlar. Bu da onları her türlü tahrike açık hale getiriyor. Güvensizlik şiddete, şiddet travmalara dönüşüyor. Pazarcı ise ne sattığının değil, kaç tane sattığının derdinde olduğundan, sonunda kendisini de yok edecek olan sarmalın içerisine girdiğini fark etmiyor. İşte bu nedenle pazara yönelik siyaset, daha tezgahtan eve gelirken çürüğünün, leşinin pis kokusunu buram buram çevreye salıyor.

.... Pazarda hem ithal ürünler hem de yurdun farklı yörelerinden derlenip getirilmiş otantik mamuller var. Her tezgahın başında da avaz avaz birileri bağırmakta. Bölücüsü, ırkçısı, derini, sığı aynı piyasada iş yapıyor. Müşteri akıllanana ve “bu mal çürük ben bunu almam” diyene kadar bu tezgahların kaldırılması da mümkün değil. Malı almaya devam edildikçe, satıcılar hep olacak. Üstelik yeni satış taktikleri, yeni pazarlama stratejileri geliştirmeye de devam edecekler.

Önümüzdeki günler bu piyasada bir hareketlenmenin beklenebileceğini gösteriyor. ...... piyasada hareketi artırmak için sertliğe ve şiddete ihtiyaç var.

... Dillerinden barışçı çözümü düşürmeyenlerin, barıştan beslenmedikleri ortada. Üzücü olan bu tezgahın pazarcılarının iç siyasetin mikro sorunlarıyla uğraşmaktan, dünya dengelerindeki makro değişiklikleri görememesi. Pazarcıların, en sadık müşterilerine göz göre göre böyle ihanet etmesi.

Bütün vizyonu köy pazarı olan pazarcının da, siyasetin de müşteriye bir hayrı olmayacağı açık. Çürük malı eve götürmektense, boş fileyle eve dönmek evladır!"