Perşembe, Eylül 14, 2006

Sağlıkta Emtia ve Hizmet

"Müşteri Bilimi"nden anlayan hekimler de var. Hatta, ürün kavramında "emtia ve hizmet ayrımı" bile yapabiliyorlar. Deneyim aşamasına yükselebilenler de elbette vardır.
İnanç Çağlayan bir hekim. Formalite raporlar hakkında fikri sorulmuş. O da şunları yazmış:

"Ulusal bir televizyon kanalında ... bir muhabir internetten aldığı 'futbol hakemi sağlık kurul belgesi' ile bir özel hastaneye başvurdu ve hiçbir ciddi muayene yapılmadan 76 saniyelik bir muayene ile 25 YTL ödeyerek 'sağlam' raporu aldı... Programa canlı bağlanan Merkez Hakem Komitesi Başkanı Mustafa Çulcu olayı son derecede olağan karşıladı. Ehliyet muayenelerinde de aynı durumun olduğunu, bu gibi resmi sağlık kurulu işlemlerinin 'formalite' icabı yapıldığını, riskli kişilerin 'kendilerine olan saygı' nedeni ile kendi 'check-up'larını yaptırmaları gerektiğini ima etti.

Askerlik ve adli vakalar ya da göz önünde cereyan eden bazı münferit olaylar dışında tüm resmi sağlık kurulu işlemleri, gerek resmi hastanelerde gerekse de özel kurumlarda formalite icabı, çoğunlukla kağıt üzerinde çok düşük ücretlerle yapılır. Bunu işin mutfağında yer alan bir doktor olarak söylüyorum! Resmi sağlık kurul raporu demek bazı özel durumlarla karşılaşacak insanların hasta olarak bu durumlarla karşılaşmaması ya da şartların o insanların veya etkilediği diğer insanların sağlığını olumsuz etkilememesi için yasaların geliştirdiği bir sistemdir. İşitme ya da görme bozukluğu olanların tedavi olmadan vasıta kullanmaması ve kaza yapmaması için, ya da hakem gibi, futbolcu gibi, ağır işçilik gibi yoğun efor sarfedecek kişilerin işlem sırasında 'kalp krizi' geçirmemesi için v.s. Yasa koyucu görevini yapmış ve bu sistemi geliştirmiş. Ancak bu sitemi kullanan 'riskli bireyler' bunları kullanacak kurumlar ve sağlık sektörü bu sistemi formalite icabı haline getirmiş. Sağlık raporu alacak olan birey gittiği sağlık kurumunda muayene olmadan beş-on saniyede kağıt üzerinde sağlam raporu almak ... mümkün olan en az parayı vermek ve en az zamanı harcamak istiyor.

Raporu isteyen kurum, eğer maliyeti kendi karşılıyorsa insan sağlığına ve güvenliğine 'emtia' muamelesi yapıp birileri ile toptan anlaşma yapıyor ve sadece imza parası ödüyor.

Eğer maliyeti birey kendi karşılaşıyorsa, 'kimin nerede öleceği ve ya kime zarar vereceği ile uğraşamayız, formalite yerine gelsin, kim sağlığına düşkünse kendi muayenesini kendisi istediği gibi yaptırsın' zihniyeti söz konusu. Sağlık kurumuna gelince; o da; 'madem birey kendi sağlığına önem vermiyor, madem kurumunun da umurunda değil, madem bu iş için zaman kullanmamızı istemiyorlar ve madem bu iş için kimse doğru dürüst para vermiyor , beni ilgilendirmez, atarım imzamı ne verirlerse de alırım kar kardır' diyor, yeminlerini unutuyor.

Ekonomik açıdan bakıldığında ise çözüm; sağlığın bir 'emtia' değil hizmet olduğunu anlamak ve ona göre davranmaktan geçer. Bir 'emtia'yı yüzde yüz karla da satabilirsiniz, yüzde bir karla da. Eğer bir malı bir tane satacaksanız karınız ve fiatınız yüksek olur, eğer bin tane satacaksanız fiyatı ve karı düşürürsünüz. Ancak bir doktor hakkı ile bir kişi muayene etmek için 25 YTL alıyorsa bin hasta muayene etmesi için bu rakamı 0.25 YTL'ye indiremezsiniz. İndirirseniz sadece imza atar."

Dünya Büyük Bir Pazar Yeri

Dünya'ya "Müşteri Bilimi" gözlüğüyle bakmaya yatkın bakış açılarını ve değerlemeleri aktarmaya, dikkatlere sunmaya devam ediyorum.

"Pazarlama sadece pazarlamacılara bırakılamayacak kadar kapsamlıdır." sözünü de bir yere not etmiş olayım.

Deniz Ülke Arıboğan, bir akademisyen. Akşam'da 31.08.2006'da yayınlanan "Siyaset Pazarlama ve Formula 1" başlıklı yazısında şunları yazdı:

"Dünya yalnızca üzerinde canlıların yaşadığı bir gezegen olmaktan çıkıp, üretilip tüketilen büyük bir pazar yeri haline dönüşeliberi, değerlerimiz, önceliklerimiz, ilgilerimiz, alışkanlıklarımız da yeniden tanımlanıyor. Artık kendi köyümüzün yerli ürünlerine değil, küresel köyün mallarına talep gösteriyoruz. Yerli malı haftasında fındık, fıstık, üzüm, çerez getirmek de yok okula. Muzlarımız bile made in Honduras ya da Ekvador markalı. Ellerimizde pazar arabalarımızla menzilimiz, yerküre sathındaki her noktayı kapsıyor. Yumurtamız, domatesimiz, dondurmamız, telefonumuz ya da arabamız, biz onu almaya gitmeden, bize kendini satmaya geliyor. Üretilen her şeyin potansiyel müşterisiyiz, artık. Ürünün hangi enlem-boylam çizgisine denk düşen toprak parçası üzerinde tasarlandığı hiç önemli değil; o bizim için üretiliyor ve mutlaka bize ulaşıyor. Paraları, kredi kartlarını hazır tutmak lazım!

Siyaset de pazara sunulan bir ürün, özünde. Tasarlandığı yerin neresi olduğundan bağımsız biçimde bize ulaştırılıyor. Pazarlamada müşteri memnuniyeti ve tercih edilebilirlik öncelikli. Örneklendirelim; ABD'nin yeni dış politika anlayışı bir siyaset ürünü. Bu siyasetin pazarlanması için iyi ambalajlanması, imajın ve piyasa araştırmasının uyumlu olması, müşteri kitlesinin belirlenmesi gerek. ABD'nin bu yeni siyasetinin bel kemiği dünyanın düzensiz ortamında düzen üreten bir kimlik yaratmak. Karşı tarafın netleşmesi adına ötekileştirme projelerinin kullanımı, ortak düşman yaratarak müttefik alanda yapıştırıcı gereksiniminin karşılanması, yüksek askeri gücün eyleme geçirilmesi gibi çeşitlemeler, ilk adımlar. 11 Eylül ambalaj kağıdının üzerine yapıştırılan büyükçe bir süs çiçeği işlevini görüyor. Kısaca bir siyaset pazarlama süreci yürütülüyor ve İslam ile diğerleri ayrıştıkça, ABD'nin ürünü daha da rahat müşteri bulabiliyor. Bu ürünün hedef kitlesinin sıradan kamuoyu olmadığını da hatırlatmak gerek. Siyasi liderlerin alıcı olması yeterli. Devlet otoritelerinin tamamı, düzene yönelik alternatiflere karşılar. Halklar ABD'ye kızdıkça, siyasi mekanizmalar ABD politikaları ile uyumlu çizgiye geliyorlar.

Bunun bir sonraki aşaması ürünün, yani radikal İslam'ın yenilmesi gereken bir tehdit olduğuna ilişkin siyasetin tasarlayıcılarının bertaraf edilmesi ve ürünün kamuya mal edilmesi olabilir. Tıpkı jilet firmasının ürettiği tıraş bıçaklarının artık tüm tıraş bıçaklarının adını jilet haline getirmesi gibi, ABD'siz bir anti İslam hareketi ortaya çıkmakta. O zaman alıcı kitle de genişleyecek, kuşkusuz.

Kimilerine göre bu siyasetin kendisi de, pazarlama yöntemi de yanlış ve ABD'ye zarar veriyor. Çok daha iyi pazarlama stratejileri bulunabilecekken, yanlış yöntemler ABD'nin marka imajını zedelemeye devam ediyor. Haklılık payı da var. Ben de aynı kanıdayım ama alternatif yeni bir ürün çıkmadıkça, bu siyasetin geçerliği olacağı açık.

Siyasetin bir ürün olarak ele alınması ve hedef müşteriye pazarlanması büyük maharet istiyor. Biz Türkler henüz siyaset pazarlaması düşüncesinden uzağız. Hepimiz Türkiye'nin tanıtımının çok önemli olduğunu düşünüyor, sahil şeridimiz, camilerimiz, müzelerimiz ve kebaplarımız paketinden bir türlü çıkamıyoruz. Oysa Türkiye olarak süregiden düzene katkımızın ne ölçülerde olabileceğini, suni olarak üretilen uygarlıklar çatışması modeline alternatif bir başka siyasetin kurgulayıcısı olabileceğimizi, kültürler arasında yapıştırıcı olabilecek kimliğimizi pazarlayamıyoruz. İsrail'in Lübnan'a attığı bombaları Batı uygarlığını koruma ambalajıyla tanıtması bile bize ilham vermiyor.

Ülke tanıtımından siyaset tanıtımına geçiş, KKTC Cumhurbaşkanı Talat'a kupa verdirmek gibi bir şey de değil, yanılmayın. F1 yönetiminin alabileceği olumsuz bir karar, zaferi hezimete dönüştürerek, KKTC'nin uluslararası alanda tanınmadığını teyit edebilir. Alt yapısı hazırlanmış, Dışişleri destekli bir siyaset pazarlama atağı ise yapılan, aferin hak edilmiştir. Ama her şey birilerini öne çıkaran bireysel bir pazarlama atağından ibaretse, çıkarcılık, tabansızlıktan daha büyük hainliktir."